Osmanlı Devleti İktisat Tarihi |
Anadolu Selçuklu Devleti zamanında Anadolu’daki limanlar (Sinop, Antalya ve Alanya) vasıtasıyla Suriye, Mısır, Kırım ve Avrupa ile mal mübadelesi gerçekleştirilmiştir.-Osmanlı Beyliği, özellikle Akdeniz ve Karadeniz sahillerindeki beylikleri ele geçirdikçe Osmanlı deniz kuvveti oluşmaya ve deniz yolu ulaşımı gelişmeye başlamıştır. Karasi, Saruhan, Aydın, Menteşe ve Candaroğlu donanma ve tersanelerinin Osmanlı deniz gücü haline gelişiyle ortaya çıkan bu süreç, 14. yüzyıl boyunca tedricen gerçekleşmiştir.-Osmanlılar, Rumeli’ye geçişlerinin ardından Gelibolu’yu Osmanlı donanmasının üssü haline getirdiler. Yıldırım Bayezid döneminde Antalya ve Alanya ele geçirilerek (1391) Akdeniz’deki etkinlik artmıştır.-15. yüzyıl sonlarına kadar Karadeniz, Osmanlıların tamamen hâkimiyet kurdukları bir deniz haline gelmiş ve Akdeniz’de Venediklilere karşı başarılı mücadeleler verilmiştir.-Akdeniz, I. Selim ve I. Süleyman zamanlarında tekrar Müslüman bir imparatorluğ un hâkimiyetine girmiştir.-Osmanlı nüfuzunun iyice artması neticesinde bölgede kendi başına hareket eden korsanlar, Osmanlı Devleti’nin denetimine girdiler. -Coğrafi keşişere kadar Doğu-Batı ticareti kara ticaret yolları vasıtasıyla gerçekleşmekte ve kesinlikle Osmanlı topraklarından transit geçiş yapılmak zorundaydı.-16. yüzyılda Portekizlilerin, Hint Okyanusu’ndaki hâkimiyetlerini pekiştirmek amacıyla Hintli ve Arap gemicilere yönelik yanlarında Portekizli yetkililerden alınmış himaye belgesi bulundurmadıkça seyrüsefer yapamayacaklarına dair kısıtlamaları bu ülke ile Osmanlı İmparatorluğu’nu karşı karşıya getirdi.-Benzer mücadeleler Basra Körfezi üzerinde de yaşanmış; körfez, İran, İngiltere, Portekiz ve Osmanlı Devleti arasında güç mücadelelerine sahne olmuştur.-19. yüzyılda buharlı gemiler devreye girmiştir.-Yaygın olarak kullanılan kürekli gemiler arasında karamürsel, üstüaçık, atkayığı, şayka, firkate, kalite, kadırga, mavna, baştarda ve çekeleve sayılabilir. –Kalyon, ağrıbar, şalope ve ateş gemisi de yelkenli gemilere örnektir.
–Odun, at gemileriyle (atkayığı) taşınıyordu.-Karamürsel, iğrib, şayka, firkate ve kadırga gibi kürekli gemiler ile kalyon ve burtun gibi yelkenliler Mısır-İstanbul arasında saray zahiresi taşımaktaydı.-Robert Fulton’un, 1797’de Paris’te inşa ettiği istimbotu Seine nehrinde yüzdürmesinin
ardından, buharlı makinenin yelkenlilerde denenmesiyle ortaya çıkan ilk başarılı uygulama, 1807’de yine Fulton tarafından gerçekleştirildi.
-Bu noktada asıl gelişme, 1819’da, buharlı bir gemiyle okyanusun geçilmesiyle yaşandı. Ondan daha önce, 1814’te ise, ilk buharlı savaş gemisi denize indirilmişti.-1828’de İngilizler tarafından padişaha satılan Swift isimli gemi, Osmanlılara ait ilk buharlı gemidir. Halkın “buğu gemisi” olarak tanımladığı bu gemiyle padişah II. Mahmud, 1829 yılında meşhur Tekirdağ seyahatini gerçekleştirmiştir.-İstanbul’da boğaz ulaşımı büyük oranda pereme denilen kayıklarla yapılmaktaydı-Devlet tarafından 1843’te “Hazine-i Hassa Vapur Kumpanyası” kuruldu.-Toplu taşımada ikinci proje, 19. yüzyılın ortasında, İstanbul halkına 20. yüzyılın ortalarına kadar hizmet verecek olan fiirketi Hayriye’nin, Âlî, Fuad ve Cevdet paşalar tarafından kurulmasıyla hayat buldu.
-Osmanlı coğrafyası nehir ulaşımı için yeterli potansiyele sahip değildi. Anadolu’da yalnızca Fırat ve Dicle’de gerçek anlamda seyrüsefer yapılabiliyordu.
–Fırat nehirde seyrüseferi zorlaştıran bir etken de yerel aşiretlerin saldırıları yani güvenlik sorunuydu. Bu nehir kıyısında yaşayan Ebu Riş bedevileri ile şattülarap’taki küçük adalarda hayatlarını sürdüren ve Osmanlıların “Cezayir Arapları” diye adlandırdıkları grup bu tür saldırıların geldiği kaynaklardan ikisiydi.
–Fırat’ın taşımacılıkta aktif kullanımı, Basra’yı ele geçiren Muntafık aşiretine karşı yapılan seferde bu nehrin kenarında olan Birecik Tersanesi kullanılmıştı.
–Nil Nehri, Mısır’da en fazla ticarete konu olan tahıl (özellikle de pirinç) ve keten taşımacılığında üretici ve tüccarlara avantaj sağlamaktaydı.
–Tuna Nehri ,hem askeri amaçlarla hem sivil ulaştırma hizmetlerinde tercih edilen bir nehirdi.-Osmanlılar, karayolu ulaştırması için altyapı çalışmalarını önemsemişler; yollar yanında buraları n güvenliğini sağlayan ve bazı ihtiyaçları gidermeye imkân veren derbent ve menziller kurmuşlardır.
–Derbentler, bir bölgenin ve yolun emniyetinin sağlanması bakımından önemli bir tesis olmaları yanında, ıssız yerlerin şenlendirilmesi için iskân vasıtası olarak da kullanılmışlardır.-Derbentleri ayrıca kale mahiyetinde olanlar (ribatlar), vakıf şeklinde bulunanlar, han ve kervansaray olarak kullanılanlar, köprü civarlarında bulunanlar şeklinde dört başlık altında sınışamak da mümkündür.-İpek Yolu, Çin’de Zian’dan başlayıp Taklamakan ve Gobi çöllerini geçerek önce Türkistan’a sonra Kaşgar, Taşkent, Semerkant, Buhara ve Merv üzerinden Hazar’ın güneyine ulaşmaktaydı. Tahran ve Tebriz’den sonra Anadolu topraklarına giren bu yol,
Erzurum-Kayseri-Ankara istikametinden İstanbul’a ulaşmaktaydı. Boğaz’ı geçen yol, Via Egnatia’yı takip ederek Avrupa içlerine uzanmaktaydı.
–Via Egnatia, Adriyatik’ten İstanbul’a ulaşımı sağlamak için Roma İmparatorluğu zamanında inşa edilen, Draç (Durres)’tan başlayıp İstanbul’a ulaşan ve Osmanlıların Sol Kol olarak adlandırdıkları yoldur.
–Baharat Yolu, Hindistan ve Endenozya’daki limanlardan başlamakta, deniz yoluyla Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ne ulaşılıp mallar burada karaya çıkarılmaktaydı.
–Bursa merkezli olan kervan yol ağı,İstanbul’dan Halep’e ve fiam’a ulaşan ve tüccarların yanı nda hacıların da kullandığı bu yol Akşehir, Konya ve Adana’yı geçerek Karanlık Geçidi’ne ulaşıyor, oradan da önce Halep’e sonra fiam’a uzanıyordu.
–Halep’teki birçok ticarî malın deniz yoluyla uzak mesafelere ulaştırılması da mümkündü. Bunun için İskenderun ve Payas limanları ile birlikte Trablusşam tercih edilmekteydi.
-Osmanlı ulaştırma sisteminde karayolları ile deniz yolları birbirine bağlıydı. Çoğu karayolu Alanya, Antalya, İzmir, Sinop, Trabzon ve Varna gibi bir limanda bitmekteydi
-Osmanlı dönemi yollarında, kısa mesafeli ulaşımda deve, at, katır ile öküz, camus veya beygirlerin çektiği arabalar kullanılmıştır.
–Yol yapım ve bakım hizmetlerinin daha düzgün yürütülebilmesi için 25 Temmuz 1867’de Menâfi Sandıkları kurulmuştur. Kaynak olarak a’şârdan belli bir oranda pay ayrılmıştır.
-26 Ağustos 1869’da yol inşa ve bakım masraşarının karşılanması için bir nizamname yayınlanmıştır.
*Nizamname ile din adamları, muallimler, sakatlar dışındaki 16-60 yaş arasındaki erkekler ile bütün yük ve araba hayvanlarına bulunduğu yöredeki yol ve köprü yapım ve onarımında bedenen veya bedelen4 günlük çalışma zorunluluğu getirilmiştir.
Dersaadet, Hicaz, Basra, Trablusgarp, İşkodra vilayetleri ile Bingazi sancağı bu yükümlülükten muaf tutulmuştur.
–II. Abdülhamid zamanında bütün Anadolu’yu baştanbaşa dolaşacak bir karayolu ağının (şose şebekesinin) projelendirilip tatbikata geçirildiği bilinmektedir.
–Batıda ilk başarılı demiryolu 1830’da açılmıştır. 1840’lardan sonra demiryolları İngiltere’nin başlıca şehirlerini birbirlerine bağlar hale gelmiştir.
-Osmanlılarda ilk demiryolu girişimleri, Islahat Fermanı’nın yabancı sermayeye imkân tanımaya başlamasıyla oldu.
-İlk demiryolu ağı II. Abdülhamid zamanında İzmir-Aydın hattının inşasıyla gerçekleştirilmiştir.
İlk demiryolu ağının imtiyaz sahipleri İngiliz idi
1870 senesinin başında Rumeli fiimendiferleri fiirketi ve Rumeli fiimendiferleri İşletme fiirketi adıyla iki şirket kuruldu ve Anadolu ve Rumeli Demiryolu inşaatına başlandı.
Aşar, Arapça bir kelime olan öşrün çoğuludur. Onda bir demektir. Üründen alınan şer’î verginin adıdır.
OSMANLI İKTİSAT TARİHİ 6. ÜNİTE ÖZET
–Para bir ekonomik yapı içerisinde üç temel fonksiyon üstlenmektedir: Değişim aracı olma, hesap birimi olma ve değer muhafaza aracı olma.
Mal para: hem mal olarak kullanıldığında bir değere sahip olan, hem de değişimaracı olarak kullanılabilen nesnelerdir. Mal para için en iyi örnek altındır.
İtibari para: bir mal olarak değeri bulunmayan, ancak mal ve hizmetlerin satın alınmasında bir değer ifade eden nesnelere itibari para adı verilmektedir. Günümüzde de- ğişim aracı olarak kullandığımız kâğıt parçalarının mal olarak hiçbir değeri söz konusu değildir.
Paranın ticareti de yapılmaktadır. Bu ticaret, bir taraftan mevduat toplamak ve diğer taraftan da bu toplanan paraları ihtiyacı olanlara kredi olarak vermek şeklinde olur.
Klasik dönem, ekonomilerin tarımsal üretime dayalı olduğu, ülke topraklarının sahibi olan devletinekonomik faaliyetleri organize ettiği ve
denetleyebildiği, gelirin oluşumuna ve yeniden dağılımına doğrudan müdahale edebildiği ekonomik bir yapılanmanın söz konusu olduğu çağları
ifade etmektedir.Klasik dönemde Osmanlı para ve Şnansman piyasasında yalnızca metal paralar dolaşımdaydı. Bu dönemde hesap birimi olarak akçe kullanılmıştır.Akçe ya da akçayı Batılı kaynaklar yunanca aspron kelimesinden esinlenerek, asper ya da aspre olarak belirtirler. Bu terim,
yüzyılda Irak Selçukluları tarafından kullanılmıştı.
Osmanlılar kendi adlarına ilk sikkeyi İlhanlıların Anadolu’daki egemenliklerinin sona ermesinden sonra, Orhan Bey zamanında bastırdılar.
Mangır, mankur ya da pul adı verilen bakır sikkeler, küçük hacimli alış verişlerde kullanılan, bozuk para hükmündeki
küçük paralardır.
Mangır itibari para idi ve dolayısıyla serbest darp hakkı yoktu.
Para basımını darphane denilen işletmeler yapmaktaydı.
Osmanlı Devleti yabancı sikkelerin tedavülüne izin vermekteydi. Dolaşımdaki diğer paralar iki büyük gümüş paraydı: Hollanda kaynaklı esedi kuruş ve İspanya kaynaklı real kuruş.
Osmanlı tarihinin en popüler altın parası ise Türkçede yaldız altunu diye adlandırılan Venedik dükası oldu. Şori de denilen düka altınlarının üzerine, dolaşımına resmi olarak izin verildiğini gösteren (şah) damgası vurulmuştur.
Osmanlıların kendi adlarına bastırdıkları ve sultani ya da hasene-i sultaniye adı verilen ilk altın sikkeler, Fatih Sultan Mehmet döneminde basıldı.
Fransız kralı Louis adına basılan “Louis sikkeleri”, Osmanlı ekonomisinin bozuk para ihtiyacını karşılıyor ve Osmanlı kadınının takı talebine cevap veriyordu.
Altın sikkeler, tüccarlar tarafından büyük ödemeler yapmak için kullanılıyordu; gümüş sikke para düzeninin temel taşını oluşturuyordu; mangırlar ise günlük alışverişlerde çokça kullanılıyordu.
En erken dönemlerden itibaren Osmanlı sisteminde piyasadaki para miktarını artırmak için başlıca şu üç yöntem kullanılmıştır:
1 -Bunu darphanelerde kıymetli madenlerden ve eski sikkelerden yeni sikkeler kestirerek yapmıştır. Bunalım dönemlerinde, saraydaki veya özel şa hısların ellerindeki altın ve gümüş eşyanın darphaneye gönderilip para darbında kullanılması istenebiliyordu.
2 -Tahta yeni çıkan sultan, eski sikkelerin tedavülünü yasaklayarak, kendi sikkelerini darp ettirirdi. Bu tecdid-i sikke siyaseti olarak adlandırılırdı.
3- Bunların mümkün olmadığı durumlarda tağşiş uygulaması devreye sokulmuştur. Tağşiş, madenî paranın değerinin değerli maden içeriğinin azaltı larak düşürülmesi işlemidir. Tağşiş uygulamalarına en çok Fatih döneminde rastlanmaktadır.
Tağşişin çeşitli amaçları vardır:
*Bütçe açıkları ve devletin ek gelir sağlama ihtiyacı duyması gibi mali nedenlerle; *ekonominini para talebinde meydana gelen artış nedeniyle tedavüldeki para miktarını artırma ihtiyacının ortaya çıkmasıyla;
*Bazıtoplumsal kesimlerden kâr elde etme amacıyla gelen enşasyon taleplerini karşılama amacıyla;
*Darphanelerin kötü işletilmeleri nedeniyle;
Tedavüldeki madenî paralarsık kullanımdan dolayı eskidiği için sikkelerin kenarlarının kırpılması zorunluluğu nedeniyle tağşiş yapılmıştır.
1844 tarihinde Tashih-i Sikke işlemiyle 100 gümüş kuruş 1 altın liraya eşit kabul edilmiştir.
Osmanlılar poliçeye benzeyen süftece ve kitabu’l-kadı (kadı mektubu) diye adlandırılan belgeleri sıklıkla kullanmaktaydılar.
Süftecelerin temel amacı, uzun mesafeli ticareti ve fon akışını kolaylaştırmaktı. Süfteceler nakit kadar sağlam kabul edilmekteydiler. Osmanlılar süfteceyi devletin mali işlemlerinde bile kullandılar.
Kitabu’l-kadı eski bir alacağı tahsil etmek amacıyla düzenlenen kadı mektubudur. Bununla vekili bazı şartlarla bu belgeyi alıp, borçlunun borçlusundan parasını tahsil edebilirdi.
Havale , yazılı talimatla uzak bir kaynaktan ödeme yapılmasına olanak sağlamaktaydı.
– İslâm dininin faizi yasaklamasına karşın, bu yasakları aşmak hususunda “çifte satış” modeli gibi çeşitli yollar keşfedildi ğinden, Osmanlı kentlerinde ve yakın çevresinde yoğun kredi ağlarının geliştiğini, kredi arzının yüksek olduğunu ve teşvik edildiğini görüyoruz.
Taşınır servetin, yani özellikle nakit paraların vakfedilmesi, Osmanlıların tabi olduğu İslam hukukunun tartışmalı bir konusudur. Bununla birlikte, Osmanlılar bu kurumu yaygın şekilde kullanmışlar ve para vakışarını önemli kredi ve Şnansman
kurumları olarak yaşatmışlardır.
Bir diğer kredi kurumu olarak, yasal olmasa da realite olduğu tartışılmaz bir varlık olarak tefecileri görmekteyiz.
İstanbul’da sadece özel kişilere değil, devlete de kısa vadeli borç verebilen Rumlar ve Yahudiler, en büyük sarraşar arasındaydılar
Osmanlı lar için “çifte satış” modeli, “para vakışarı”, “mudarebe” bu engelleri aşmanın en yaygın kullanılan yöntemleri olmuştur
Mudarebe yönteminde sermaye sahipleri sermayelerini, onu işletecek ve elde ettiği kârdan önceden üzerinde anlaşılmış bir oranı yatırımcıya geri verecek bir ortağa teslim etmekteydiler.
Müfavaza iş ortaklığı, ortakları sermaye, emek, kâr ve sorumluluk açısından eşit kabul ediyordu.
İnan (müşareke) ortaklığı ,Bu ortaklığın en önemli özelliği, her ortağa farklı miktarda yatırım yapma izninin verilmiş olmasıdır.
Vücuh ortaklığı ise parasız ortaklık olarak biliniyordu ve sermayesi olmayan ancak iyi bir şöhreti olan iki ortağın Şnans ihtiyacını karşılamak için düzenlenmekteydi.
Malikâne düzeninde kontratı ömür boyu satın alan kişinin, bir peşin ödemeden (muaccele) başka her yıl belirli bir miktar ödeme (müeccele=taksit) yapması bekleniyordu.
Malikâne düzeni, malikâneciler öldükten sonra kontratlar tekrar devlet denetimine dönmediği için, vergi gelirlerinin azalmasıyla sonuçlandı.
Vergi gelirlerindeki bu kayıp üzerine mali bürokrasi Eshâm adı altında yeni bir iç borçlanma yöntemi geliştirdi.
Eshâm yönteminde, bir vergi kaynağı çok sayıda paya bölünerek, payların her biri muaccele olarak adlandırılan sabit yıllık geliri sağlamak üzere
alıcılara satılmaktaydı.
İstanbul darphanesinde basılan büyük gümüş sikkelere, Polonya zlotisinden ayırt etmek için cedid zolota adı verildi.
Gresham Kanunu olarak da bilinen “kötü para iyi parayı kovar” ilkesi, halkın her zaman itibarı yüksek parayı stoklama, yani
piyasadan çekme, itibarı düşük parayı da kullanma, yani piyasaya sokma eğiliminde olduğunu söyler.
Mahmud dönemindeki en büyük tağşişten sonra, gümüş Osmanlı parası pula dönüştü.
Tashih-i ayar olarak adlandırılan ve gümüş mecidiye ile altın mecidiyenin temel para birimleri olarak kabul edildiği operasyonda belirlenen sikke standartları, Osmanlı Devleti’nin son günlerine kadar değişmeden korundu.
Mecidiyenin tedavüle çıkarılmasıyla birlikte, yabancı paraların tedavülü yasaklanmıştır.
1880 yılından itibaren tüm bakır paralar dolaşımdan kaldırılmış, sadece altın ve gümüş
para ve bozuk para yerine de “metelik” kullanılmaya başlamıştır.
Bimetalizm altın ve gümüşten oluşan iki metalli sistemi, monometalizm ise altından ibaret sistemi ifade eder.
Osmanlı’da ilk kâğıt paralar “kaime” adıyla 1840’da tedavüle çıkarılmıştır.
Kaime kelime olarak uzun bir kâğıdın üzerine yazılan ferman demektir. İlk kâğıt paralar da uzun bir kâğıdın üzerine el yazısı ile yazılmaktaydı ve halkı alıştırmak için %8 faiz vermekteydi.
Bazen kaime-i muteber-i nakdiyye ya da kısaca kaime, bazen de evrak-ı nakdiyye denen eshâm, aslında devlet tahvili idi.
Kaimelerin tedavül müddeti 8 sene olarak belirlenmiştir.
Tefecilik yapan ve para piyasası işlemlerinde uzmanlaşan sarraşar, Galata bankerleri olarak adlandırılan büyük sermayedarlara dönüştüler
Bankerler Osmanlı devletinin teşvik ve desteğiyle imparatorluğun ilk bankası olan Dersaadet Bankası’nı (Banque
de Constantinople) faaliyete geçirdiler.
1863 yılında Fransız ve İngiliz sermayesi tarafından Bank-ı Osmani-i Şahane (Osmanlı Bankası) kuruldu.
Yerli banka olarak Ziraat Bankası (1888) ve Emniyet Sandığı da bu dönemlerde kurulmuşlardır.
Yastık altındaki para, bankacılık sistemine güvensizlik sebebiyle kişilerin bankalara yatırmak yerine kendi imkânlarıyla muhafaza ettikleri, sisteme sokmadıkları para demektir
Borsa 13 Nisan 1866 tarihinde çıkarılan bir kararname ile kurularak, Galata’da faaliyete geçmiştir.
Galata piyasasında kambiyo işlemleri ile uğraşan tüccarlarla görüşülmüş ve neticede önde gelen tüccarlardan Jacques Alleon ve Emmanuel Baltazzi ile 2 yıllık bir süre için kambiyo istikrarı uygulaması konusunda anlaşmaya varılmıştır.
Şirket-i Maliye’nin öncelikli amacı İngiliz sterlinini 110 kuruşta tutmak ve Avrupa’ya poliçe göndermek, toplam 10 sene içerisinde mağşuş (karışık, hileli) sikkeyi piyasadan çekmekti.
Altı vergi anlamına gelen Rüsûm-ı sitte, damga, içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alına vergileri toplu olarak ifade etmektedir.
Rüsûm-ı sittenin alacaklılara tahsisini organize etmek için Düyûn-ı Umumiye idaresi kurulmuştur.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında kambiyo işlemlerini denetlemek amacıyla Kambiyo Muamelâtı Merkez Komisyonu kuruldu ve Osmanlı parasının yabancı paralar karşısında istikrarı sağlandı.
Borçlar konsolide edildiğinde, farklı vade ve faiz oranlarına tabi borçlar, tek vade ve faiz oranı altında birleştirilmiş olur.
Düyun-ı Umumiye İdaresi sayesinde Avrupalı alacaklılar borç ödemelerinin eksiksiz olarak ve zamanında yapılmasını sağladılar.
Moratoryum, devletin borçlarını ödeyemez duruma geldiğini ilan etmesidir.
Osmanlı Devleti’nin Avrupa para piyasalarından yeni fonlar bulmasını imkansız hale getiren 1873 borsa krizlerinin yol açtığı moratoryum ilanı , Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulmasından sonra Osmanlı Devleti, Avrupa para piyasalarında tahvil satarak ülkeye soktuğu miktarın iki katı dış borcu ödeyebilmiştir.
Abdülhamid’in isminin özellikle anılması gerekmektedir. Çünkü demiryolu yapımı bu padişahı n temel politikalarından biriydi. Sirkeci ve Haydarpaşa garları O’nun yaptırdığı önemli binalardır. Yine ülkedeki tüm demiryolu ağının % 73.4’ü II. Abdülhamid zamanında inşa edilmiştir.
Demiryolu imtiyazı verilirken tercih edilen en önemli yöntem olan teminat usulüdür. Bu garanti, demiryolu geçen vilayetlerin aşar gelirleri idi. Düyûn-ı Umûmiyye alacaklılar adına bu yerlerin aşar gelirlerini topluyordu.
İzmir-Aydın hattının yapımı Batı Anadolu’da İngiliz sermayesini güçlendirmiş, bölgenin İngiltere ile ticareti hızla büyümüş, İngiliz sermayedarlar madencilik, sanayi ve belediye hizmetleri alanlarında yatırımlara yönelmişlerdir.
Hicaz Demiryolu projesi, finansmanıyla, inşaatıyla, tasarımıyla, İslam âleminden toplanan bağışlarla tamamen yerli bir girişimin eseridir.
İstanbul, raylı sistemlerin uygulandığı ilk şehir olması açısından demiryolu tarihinde dikkat çekici bir yere sahiptir
İaşecilik, ülke içinde mal ve hizmet arzının mümkün olduğu kadar bol, kaliteli ve ucuz olmasını sağlamaktır. Mal ve hizmet üretenler önce
kendi ihtiyaçlarını karşılamalı, ondan sonra da kademeli olarak bütün toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeliydiler.
Klasik dönem Osmanlı iç ticareti kaza merkezli idi.
Merkezinde cuma mescidi yahut ulu cami tabir edilen büyük bir caminin ve çarşının bulunması, gerek Selçuklu gerekse Osmanlı şehirlerinin karakteristik bir özelliğiydi.
Muhtesip bir devlet görevlisi olarak, çarşının idaresinden sorumluydu.
Kadı, temel tüketim maddeleri için satış fiyatlarının belirlenmesinde yetki sahibiydi.
Üretim, ticaret ve esnaşa ilgili davaların çözüm yeri yine kadılıklardı.
*Kadılar, gerek ilgili davalara bakarken gerekse fiyat tespiti (narh),
*kethüda tayini, dükkân sayılarının belirlenmesi gibi iktisadî hayatı doğrudan ilgilendiren konularda karar verirken halkın ihtiyaçlarının karşılanmasını yani arz-talep dengesinin korunmasını (iaşecilik), yerleşik uygulamaları (gelenekçilik) ve devletin malî çıkarlarını (fiskalizm)dikkate alırlardı
Osmanlılarda çarşılar, genellikle, bezestan veya bedesten adı verilen kapalı çarşıların etrafında toplanırdı.
Bedestenlerin idaresi bedesten kethüdalarındaydı
Çarşının güvenliğini ise belgelerde müstahfız, didebân olarak geçen bekçiler sağlamaktaydı.
yüzyılda İstanbul’da bulunan yaklaşık 1.100 esnaf birliği Eski Bedesten (Kapalıçarşı), Sandal Bedesteni,
Mısır Çarşısı, Yeni Çarşı, Uzun Çarşı, Esir Çarşısı ve Tavuk Pazarı gibi büyük çarşılarda toplanmışlardı.
Bursa’da, ipek alım satım fiyatlarının oluşumunda bedesten tüccarları söz sahibi olmuşlardır.
Ülke genelindeki kıymetli maden ve mücevher piyasasının belirlenmesinde de Cevahir Bedesteni’ndeki kuyumcu ve sarraşarın rolleri büyüktür.
Toptan ticaret kapan denen pazarlarda yapılırdı.
Osmanlı lonca sistemi, en basit manada, aynı mesleği icra eden esnafın örgütlendiği kurum olarak tarif edilebilir.
İslâmî geleneğe dayanan Osmanlılarda, tüccarın ihtikâra (karaborsacılık) tevessül etmesi şiddetli şekilde yasaklanmış olmasına rağmen zaman zaman bu yola başvuranlar olabiliyordu.
yüzyıl boyunca ithalat ve ihracattan %3 vergi alınıyordu.
İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi’ne göre vergi oranları, ithal malları ve transit malları için %3, ithalatçıların ödediği dâhili gümrükler %2, ihracat malları için ise %12 olarak belirlenmişti.
Bu anlaşmayla Osmanlı ticaret rejimi dünyadaki en serbest rejimlerden biri olma özelliği kazanmıştı.
Gedik tabiri, gerek esnafın dükkân açma ve işletme hakkına sahip olduğunu, gerekse dükkân yahut imalathanedeki gerekli üretim araçlarını ifade etmek üzere kullanılıyordu.
Osmanlıların dış ticaret politikası, iktisadî dünya görüşlerinin iki temel prensibine göre şekillenmiştir: Provizyonizm (İaşecilik) ve Fiskalizm (Gelircilik).
Piyasalarda bol, kaliteli ve ucuz mal bulunmasını sağlamak olarak tarif edilebilecek iaşecilik ilkesi,
Devlete ait nakdî gelirleri mümkün olduğu kadar yükseltme ve ulaştığı düzeyi koruma olarak tanımlanabilecek
fizkalizm ilkesi,
Ülke ihtiyaçları tamamen karşılanmadıkça hiçbir malın ihracına izin verilmezdi. İhracatı kısıtlayan bu yaklaşım ham madde ihracını da kapsadığı için yerli sanayin gelişimine, ülke içinde ham madde bolluğu yaratarak katkıda bulunmuştur.
Kabotaj hakkı Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar Osmanlı Devleti’nin tekelinde olmuştu.
Venedik 16. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı Devleti’yle en büyük ticaret hacmine sahip Batılı devletti.
Fransızlar, çeşitli dokuma, kâğıt, zücaciye vb. malları Osmanlı ülkesine ihraç ediyor; pamuk, bez, halı, baharat, esans, kimyevî maddeler ve tiftiği ülkelerine ithal ediyorlardı.
I.Süleyman , Anthony Jenkinson adlı bir İngiliz’e Osmanlı ülkesinde ticaret yapma izni vermişti
Vasco da Gama Ümit Burnu’nu geçerek Hindistan’a ulaştı.
Coğrafî keşişer sonucunda dünya ticaretinin Akdeniz’den Atlantik’e ve okyanuslara kaymakta olduğunun ve bunun en büyük zararının kendilerine dokunacağının bilincinde olan Osmanlılar, var güçleriyle ticaret yollarının değişmesini önlemeye, en azından etkilerini mümkün mertebe azaltmaya çalıştılar.
Osmanlılar, Portekizlilere karşı Kızıldeniz’de ve Hint Okyanusu’nda mücadele ettiler.
Amerika’nın keşfinden sonra Avrupa’ya ulaşan gümüşlerin para arzı- nı çoğaltması sebebiyle Batı’daki fiyatların genel seviyesi Osmanlı ülkesinden yüksekti.
Batı’da mal fiyatlarının yüksekliği Osmanlı ülkesinden Batı’ya doğru bir kaçak mal akımı oluşturmuşken, Güney ve Doğu’da kıymetli maden fiyatlarının yüksekliğ i de bu taraşara doğru kıymetli maden ve para akımına sebep olmuştu.
İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi, Batı Avrupa ülkelerini düşük maliyetlerlebüyük üretim hacimlerine ulaşmış güçlü ekonomilere dönüştürdü.
Tanzimat Dönemi’nin arifesinde Ticaret Nezareti kurulmuştur. Batılı tarzda oluşturulan bu tür nazırlıklar (bakanlıklar) idarî ve yönetimsel alandaki yeniliklerdendir.- Osmanlı Devleti, 1802 yılında yabancı tüccara tanınan hakları henüz Osmanlı tebaasında olan gayrimüslimlere de vererek “Avrupa tüccarlığı” müessesesini kurdu.
İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı Devleti’nin sanayileşmiş Batı ülkeleriyle dış ticaretinde önemli bir aşamayı temsil etmektedir.
Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın Balta Limanı’ndaki konağında imzalanan anlaşma geçmişten günümüze pek çok tartışmaya konu olmuştur.
Anlaşmanın getirdiği düzenlemelerden bir bölümü, Osmanlıların dış ticarette uyguladıkları Yed-i Vahit adı verilen tekel düzeni ile özel sınırlamaları ve ek vergileri kaldırmasına dairdi. Yerli esnaf ve tüccarı savunmasız bırakan ticaret
Sözleşmesidir
İhracat ve ithalatta sırasıyla İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve Rusya ön sıralarda yer almışlardır.
İthalatın yarıdan fazlası mamul mallardan, özellikle İngiltere ile Fransa’dan alınan pamuklu ve yünlü dokumalardan oluşuyordu. Demiryolu malzemeleri, silah ve cephane, çeşitli makineler diğer önemli ithalat kalemleri arasında yer alıyordu.
Kahvenin yanı sıra şeker, çay gibi gıda maddeleri de Batıdan ithal edilmekteydi.
İhracatın %90’ını (tütün, incir, üzüm, ham ipek, tiftik, afyon, meşe palamudu, fındık, pamuk,zeytinyağı vb.) ziraî ürünlerden oluşmaktadır.
-İhraç edilen tek mamul mal, elde dokunan halı ve kilimlerdir.
Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle kuruluşu geciken Düyun-ı Umumiye İdaresi 1881 yılında kuruldu. Batılı alacaklı
lar tarafından yönetilen kuruma, Osmanlı maliyesinin bazı temel gelir kaynakları (damga resmi, ipek öşrü, tütün tekelleri gibi vergi kalemleri) teslim edildi.
OSMANLI İKTİSAT TARİHİ 7. ÜNİTE ÖZET
-Esnaf teşkilatına katılma tıpkı fütüvvete giriş gibi, şerbet içme, şedd kuşanma ve şalvar giyme ile olmaktadır.
Bir çeşit kuşak olan şedd sonraları peştemal halini almış ve ustalara takılmaya başlanmıştır.
Osmanlı Devleti İktisat Tarihi |